Gezelim Bilelim

Konya Gezilecek Yerler Rehberi





Konya gerçekten her mevsim rahatlıkla gidilebilecek ve gezme açısından oldukça zengin bir şehrimiz.Mevlana ile ününe ün katmış olan Konya’nın tarihi de oldukça eskiye dayanır. Anadolu Selçuklulara ve Karamanoğullarına başkentlik yapmış, jeopolitik konumu oldukça önemli olan ve yüzölçümü bakımından Türkiye’nin en büyük şehridir.

Haftasonu bir kaçamak yaparak Konya’ya gitmek istedik ve 2 günlük haftasonu tatilimizi Konya’ya ayırdık. Aslına bakarsanız, 2 gün Konya’ya fazlasıyla yetiyor ve artıyor diyebiliriz. Gezilecek noktaların bir arada bulunması ve ulaşım kolaylığı bizlere hızlı bir gezme fırsatı sunuyor.

Konya’ya iner inmez ilk durağımız tabiki Konya’nın en önemli sembolü olan Mevlana Müzesi oldu. Zaten Konya’ya girerken yol kenarlarında bol bol göreceğiniz Melvana’nın sözlerinden en meşhuru “Gel, Gel, Ne olursan ol yine gel”‘i dinleyerek biz de ziyarete gittik.

Size en önemli tavsiyelerimden biri şudur ki; eğer özel aracınız ile gittiyseniz mutlaka müze yakınlarındaki otoparklara arabalarınızı park edip biraz yürümeniz. Zira tur otobüsleri ve yerli turisltlerden dolayı Mevlana Müzesi oldukça kalabalık oluyor. Hatta arabanızı park ettiğiniz otoparklarda, taze nohut alıp elinizde yiye yiye müzeye doğru gidebilirsiniz.

Mevlana gibi ünlü bir sembolü herkes görebilsin diye Müzeye girişler ücretsiz. Yalnızca audioguide (kulaklıklı rehber) satın alıp numaralandırılmış noktaların önünde hikayeleri dinleyebilirsiniz. Müzenin bulunduğu kısım ilk zamanlar Selçuklu Dönemi’nde gül bahçesiymiş daha sonra Mevlana’nın babasına hediye edilmiş ve 1273 yılında Türbe olarak inşa edilmiş.

Müzeye girdikten sonra İlk önce karşınıza Eflaki Dede türbesi çıkıyor. Biraz daha ilerlediğimizde sağ tarafta çeşitli dervişlerin odaları ve sol tarafımızda Valideler mezarlığını görüyoruz.

Asıl müzenin iç kısmına girdiğimizde ilk olarak Tilavet Odası ve Osmanlı döneminden kalma hat sanatının sergilendiği yazıtları görüyoruz.

Sonrasında en önemli bölüm olan oldukça geniş bir alana sahip Huzurı Pir bölümünde Yeşil Kubbe altında Mevlana ve akrabalarının türbelerinin olduğu bölüme geliyoruz. Burada fotoğraf çekmek yasak, görevliler kuş uçurtmuyorlar, ama biz tabiki çaktırmadan çektik. Bence müzenin de en önemli ve en etkileyici atmosferi bu bölümde diyebilirim.

Hemen çıkışta Kanuni’nin yaptırdığı Semahane bölümünü görebilirsiniz, Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar burada semah yapılmış. Semahane bölümünde Mevlana’ya ait özel eşyalar ve ibadeti sırasında kullandığı bir çok eşyası sergilenmekte.

Semahane’nin hemen yanında ise mescit bölümü yer alıyor, burada da en önemli eser el yazması Kuran-ı Kerimleri görebilirsiniz.

Bu kısmı da bitirdikten sonra hemen çıkıştaki hediyelik eşyalar satan cafede bir çay molası verip, ünlü Konya Şekerleri’nden alıp yolumuza devam ediyoruz. (Şehri gezerken anladık ki bu hediyelik eşya satan mağazanın fiyatları oldukça pahalıymış şehirde çok daha uygun fiyata hediyelikler ve şekerler bulunuyordu aklınızda olsun)

Yakınlarda görülmeye değer diğer yapılar ise Yusufağa Kütphanesi ve Selimiye Camii.

Hemen çıkışa yakın bölgede yer alan Türbe Sokağı’nda bir çok hediyelik eşya ve Konya Şekerleri’ni çok uygun fiyatlara satın alabilirsiniz.

Sokağın Hemen sonunda Sultan Abdulaziz’in yaptırmış olduğu Aziziye Camisi’ni görebilirsiniz.





Ağarlıklı olarak tarihi camilerle bezenmiş olan Konya’nın bir diğer görülmeye değer camisi ise Alaaddin Tepesi’nde bulunan Alaaddin Keykubat Cami.

Eğer kondisyonunuza güveniyorsanız Mevlana Caddesi’nden yaklaşık 25 dk’lık bir yokuş tırmanarak Alaaddin Tepesine ulaşabilirsiniz. Yazın biraz yorucu olabilir, baharda ise dinlene dinlene oldukça rahat bir şekilde çıkabilirsiniz.

1220 Yılında yapılmış olan Alaaddin Cami gerçekten tarihi özellikleri barındıran ve iyi korunmuş bir cami. Tam anlamıyla Selçuklu Mimarisi’ni bizlere yansıttığını söyleyebilirim.

Konya merkezdeki son durağımız ise Karatay Medresesi. 1251 Yılı’nda yaptırılmış olan bu medrese de yine aynı şekilde Selçuklu Mimarisi’ni en iyi şekilde yansıtan eserlerden bir tanesi, mutlaka görmenizi tavsiye ediyorum. Döneminin en büyük medresesi olan Karatay Medresesi çok iyi korunamamış olsa da tarihi en iyi şekilde bizlere yansıtıyor.

Evet Konya’nın görülmeye değer en önemli yapılarını hızlıca gezdikten sonra, benim asıl merakımı uyandıran Sille Köyü için yola koyulduk. Sille Köyü Türkiye’de malesef çok bilinen ve turistik bir belde değil, fakat bana kalırsa çok önemli bir potansiyel. Kapadokya’ya oldukça benzeyen bir köy Sille. Hatta benim için Konya’da akılda kalan en önemli kısımlardan biri diyebilirim.

Sille’ye ulaşım Konya’dan yaklaşık 8 km. Her yerde tabelalar olduğu için rahatlıkla bulunabiliyor. Bir çok eski medeniyete ev sahipliği yaptığı ve Tarihi İpek Yolu üstünde bulunduğu için tarihsel açıdan oldukça zengin bir köy.

Sille’ye ulaştığınızda yolun sağ tarafında eski Sille’yi, sol tarafınızda ise tarihi mağaraları görebilirsiniz. Sille Köyü’nün içinde mutlaka bol bol yürümenizi ve küçük kahvelerde oturup çay ve kahvenizi yudumlamanızı tavsiye ediyorum.

Sille’nin bence en güzel anılarından biri, enfes bir öğle yemeği yediğim Sille Konağıydı, mutlaka burada kendinize bir ziyafet çekmenizi tavsiye ediyorum.

Ayrıca Sillehan Butik Otel ve Restoran da oldukça iyi bir seçenek olabilir. Biz konaklamamızı burada yaptık, oldukça tarihi bir dokusu olan butik otelin fiyatları da oldukça uygundu ve restoranındaki yöresel lezzetler gerçekten muhteşemdi. Buradaki bir diğer alternatif ise Silenos Cafe. Gözünüz kapalı burada da bir öğününüzü geçirebilirsiniz.

Eski bir rum köyü olan Sille’de bugünlerde yaşayan rum kalmamış durumda fakat onların eserleri günümüze kadar korunmuş. Çok ilginçtir ki tepedeki mağaralarda halen yaşayan insanlar bulunmakta.

Sille’deki başlıca gezilecek yerleri, mağaralar, Aya Eleni Kilisesi, Ak Manastır, Kurtuluş Camisi ve Karataş Camisi olarak özetleyebiliriz.

Öncelikle Aya Eleni Kilisesi’ne doğru yola koyuluyoruz. M.S. 327 yılında Bizans Prensesi Heleni tarafından yaptırılan bu kilise son dönemlerde büyük bir revizyon görmüş, hatta revizyondan öte yeniden yapılmış gibi duruyor, aslına çok sadık kalmadıklarını söyleyebilirim. Biraz fazla dokunulmuş gibi geldi bana.

Kilise’den çıktıktan sonra yolumuza en yüksek tepelerden birinde bulunan 1800’lü yılların sonunda yapılmış olan Karataş Cami ile devam ediyoruz. Çok bir esprisini göremedim, bu sebeple çok merak etmiyorsanız, çıkmasanızda olur.

Kurtuluş Cami ise 1700’lü yılların sonunda yapılmış olan ufak bir cami, içine giremediğimiz için yorum yapamıyorum fakat resimlemeye değer.

Yine Sille tepelerinde Osmanlı Dönemi’nden kalma tarihi mezarlıkları ve mezar taşlarını da görme fırsatını elde edebilirsiniz.

Çok ilginç bir diğer tarihi yapı ise Şeytan Köprüsü, taşların arasında yapayalnız kalmış olan bu köprü tam fotoğraflık.

Ak Manastır ise malesef günümüzde askeri bölge içinde kaldığı için gezilemiyor.

Özetle Konya gerçekten her açıdan oldukça zengin bir ilimiz, mutlaka gidip görmenizi öneriyorum. Konya’ya gitmişken Sille’ye de uğramadan geçmemeniz gerekir, ipek yolu üzerinde bulunduğu için gerçekten küçük olsa da zamanın önemli rum köylerinden bir tanesiymiş. Sille’ye gidin mağaralara girin ve 2 günlüğüne de olsa şehrin gürültüsünden stresinden ulaşıp tarihe güzel bir yolculuk yapın.

İyi gezmeler!

 

Bu Yazıyı Paylaş: Share on Facebook
Facebook
Tweet about this on Twitter
Twitter
Share on LinkedIn
Linkedin